27 Mart 2013 Çarşamba

Yağmurda ve soğukta futbol motivasyonu

Bugüne kadar yağmurdan hiç korkmadım, sağanak yağmurda bisiklete de bindim, motorsikletimi de kullandım... Yürüyüş de yaptım... Piknik de... Topun zıplayabileceği sporları da yaptım. Ne zaman ki bir tenis topunun yağmurda şiştiğini ve zıplayamadığını gördüm ancak o zaman yağmura yenildiğimi kabul ettim. Ne bileyim işte hayatımın doğal akışını yağmur hiç engellemedi! "Amanın yağmur var planımızı erteleyelim!" dediğimi vallahi hiç anımsamıyorum.

Taa ki geçen cumaya kadar!.. Sanço ve emekli ama iddialı kız futbol takımı ile Bostancı halı sahasında maç randevumuz vardı. Ben yine fasulyeden oyuncuydum, onlar kadar iyi olmadığım için "spor olsun" diye oynuyordum zaten. Yağmur vardı, üstelik soğuk da vardı ve bu sefer gece maçıydı. Sanço ile buluştuğumuzda mırın kırın ettim. Sağlığımı korumak istediğimi ve yağmurla soğuk birleştiğinde hasta olacağımızı ileri sürdüm. Kesin hasta olurdum bu soğuk yağmurda oynarsam! O da tabii takımların eşit sayıda olduğunu ve oynamamazlık etmemem gerektiğini oyunbozanlık olacağını söyledi.

Sırtımda malzeme çantamla Sanço'nun peşinden seyirtirken 'Nasılsa iptal edilir, hangi kız oynar ki bu berbat soğukta, keyifle sinemaya gidilebilecek bir cuma akşamında...' diye sinsince düşünüyordum.

Ama hiçbirşey iptal edilmemişti! Kızlar gelmiş, sahaya çıkmış ısınıyorlardı ve yağmur gittikçe daha fazla yağıyordu!

Tam da bugünler için aldığım Fenerbarçe yağmurluğumla sahaya çıktım ısınmaya... O andan sonrasını hiç anımsamıyorum:)

1 saat boyunca nasıl olduysa hiç üşümedim, hiç ıslanmadım, hiç de yorulmadım... Boynumdaki ince boyunluğumu arada kafamda biriken yağmur sularını almak için havlu olarak kullanıyordum ama ben sanki hiç ıslanmıyordum! Sular üzerimde birikmişti ama bana sorarsan üzerimde görünmez bir zırh vardı. Yağmurluğuma rağmen kollarımın içine su sızıyordu ama üşümüyordum. Sanki yağmur hiç yağmıyordu. Koşuyor koşuyor koşuyordum... Bir ara eskilerden en güçlü ve kondisyonlu olanın yanımdan geçerken kalbini tutup "Ay! kesildim ben!" dediğini duydum. Kendimi yokladım; 'kesilmiş miydim ben de?' Yok hayır üstelik bu tuhaf ortamda oynamama rağmen bir de üstüne her zamanki yorgunluğumdan eser de yoktu:)

O bir saatten tek anımsadığım; kalecinin degajının tavandaki koruyucu fileye çarpışıyla ağır çekimle gördüğüm, şapır şapır etrafa saçılan yağmur damlalarının saha spotlarının aydınlığında pırlanta taneleri gibi etrafa saçılışı... O anda farkettim ki yağmur hala yağmaya devam ediyordu ve hava daha da beter olmuştu. Bir an durdum sahada yağmuru izledim. Nasıl bir motivasyonla oynadıysak hepimiz için en güzel oyunumuzu oynadığımız gün olmuştu. Sanço da benimle aynı fikirdeydi ve oyunumu da begenmişti.

Bundan sonra yağmurla dostluğuma soğuk da eklendi. Vücud hareket ettiği ve eğlendiği sürece dışarda taş da yağsa insan hissetmiyormuş bunu öğrendim. Fakat bunu insan annesine nasıl anlatabilir, nasıl inandırabilir ki! Ancak annemin de yağmurda + soğukta + gece maçında sahaya çıkması lazım ki dünyadaki en olanaksız şey:))



3 Mart 2013 Pazar

Neden Küçük Prens okumalı...

Küçük Prens'i insan sadece bir kez değil, her zaman okumalı. "Eee nereye kadar aynı kitap okunur?" derseniz yanıtım hazır: Taa ki gündelik hayatta karşılaştığı olaylarda, birden kafasında bir şimşek çakıp da kendini Küçük Prens'ten satırlar söylerken buluncaya kadar!

Evet zaman sınırlaması bu, işaret de bu bence... Teorime güçlü desteğim de hazır; "insan bir kitabı birkaç kez okumayacaksa o kitabı hiç okumasa da olur" Oscar Wilde

İnsan kalbi ile görebilme yeteneği olduğu kadar Küçük Prens'i evire çevire okumalı derim. Böyle bir yeteneği yoksa zaten hiç okumasa da olur boşa zaman kaybı. Bazı insanların gönül gözlerinin mühürlü yaratıldığını kutsal kitaplardan da biliyoruz, onlara ne söylesen boş.

Ben Küçük Prens'i ilk kez okuduğumda yetişkindim. Ama gerçek bir yetişkin değildim, üniversiteyi yeni bitirmiş birisi gerçekte yetişkin değildir çünkü. Sonrasında da defalarca okudum, anlarmış gibi orijinal dilde yazımını, fransızcasını bile getirttim rafıma koydum... Omuzuma dövmesini yaptırttım...

Minik biblolarını hediye getirdiler bana, özel basılmış kartlarını... Hatta 50 Frank'ı iki cam arasında çerçeveleyerek hediye de etti bana en yakın arkadaşım... Sırf üzerinde Küçük Prens ve yazarı Saint Exupery var diye... Başka bir arkadaşım Amerika'dan Küçük Prens'in kolonyasını yolladı... Özel bir günlük defterini... Paris'ten kol saatini getirttim zamanında (Hemen bozuldu ama olsun:)... Saatimin kutusu Küçük Prens'in koyununu koyduğu 3 delikli kutu şeklinde hem de, bayılmıştım...

Bu gözle görülenlerin sevimlilikleri bir yana, esas mesele gözle görünmeyenler ve "insan doğruyu gözleriyle göremez, ancak yüreğiyle görebilir" derinliği.

Bu öyle bir duygu ki, tanımlamak ve bir başkasına anlatarak aktarmak imkansız. Ya hissedersin ya etmezsin bunu. Hissediyorsan şanslısındır, olaylara o gözle bakabiliyorsundur. Belirli bir seviyeden aşağı düşmezsin o zaman... Dostuna da düşmanına da, kardeşin olduğu halde seni düşmanı zannedene de aynı mesafeden bakabilirsin. Affetmeyeceksindir, unutmayacaksındır belki ama içindeki sevgi ölmez. Yüreğinle görüyorsan eğer, seni düşmanın zanneden ve sana düşmanının yapmayacağı şeyleri yapan, söyleyen kardeşini bile sevmeye devam edersin. Gerçekleri olduğu gibi algılarsın, sahici düşmanın kim olduğunu berrak şekilde seçersin. İntikamla uğraşmazsın bizzat ama zaten evren senin intikamını alır bilirsin. Yüreğinle görüyorsan eğer herşeyi bilirsin.

Küçük Prens'i anlamak budur, ama salt bu değildir. Çok geniş bir yelpazede değerlendirmek ve gündelik hayatta her an kitaptan bir satırın karşına çıktığını görmek demektir. Kimi zaman bir çağrışımla gezegenlere bakarsın, kimi zaman senden uzak bir sevdiğin varsa sana O'nu anımsatan şeylerle kendi kendine gülümsersin: "Yıldızlardan birinde ben yaşıyor olacağım. Ben gülüyor olacağım bir tanesinde. Ve gece gökyüzüne baktığında bütün yıldızlar gülüyor gibi olacak... Yalnızca senin gülen yıldızların olacak... Yıldızlara bakıp gülümsediginde dostların seni deli sanacak..."

Bu kitabı hissetmişler bir kenara, diğer insanlar bir kenara. Bu kadar ciddi bir mesele bu Küçük Prens'i anlamak meselesi. Bir koyunun, bir gezegende bir gülü yiyip yemediğini düşünmek gerçekten ciddi bir mesele. Siz de bir Küçük Prens tanıdıysanız ve büyüttüyseniz eğer... :) Aranızdaki görünmez bağların gücüne de inanırsınız.