2 Eylül 2013 Pazartesi

Küçük Prens 70. yaşını kutladı.

Küçük Prens Kitabı yayınlanışının 70.yaşını kutlamış, ben heyecanlı Haziran'da atlamışım bunu!
Haziran'da her medeni, okumuş, vatansever, akıllı Türk gibi "meşgul"du zihnim ve bedenim:))

İnternette 1 haziran'da yayınlanmış, Milliyet'te bulduğum yazıyı buraya direkt yapıştırıp geçiyorum.

Bu arada aşağıda bahsi geçen 50 Frank'a sahip olmaktan da gurur duydum, en iyi dostum, Küçük Yalnız Prenses'in hediyesi sayesinde:)

..................


Antoine de Saint-Exupery hem yazar hem de bir pilot.
2. Dünya Savaşı sırasında hava postacılığı yapıyordu. 1935 yılında 150 bin frank ödüllü bir hız rekoru denemesinde Sahra Çölü’nün ortasına düştü. Saint-Exupery burada Andre Prevot adındaki teknisyeniyle dört gün kaldı ve bir Bedevi tarafından kurtarıldı. Saint-Exupery’nin bu rekor denemesi belki havacılık tarihinde çok büyük bir etki yaratmadı ama dünya edebiyat tarihinde çok önemli bir kitabın ilham kaynağı oldu.
Oldukça ince bir kitap olan “Küçük Prens” Sahra Çölü’ne düşen bir pilotun,
B-612 adlı asteroitten gelen bir prensle arasındaki diyaloglar üzerine kurulu. “Küçük Prens”in basılışının 70’inci yılında dünyada neredeyse bütün dillere çevrilen bu kitapla ilgili az bilinenlerini paylaşıyoruz.
Parası da basıldı
Fransa’nın avroya geçmeden önce kullandığı 50 franklarda Saint-Exupery’nin “Küçük Prens” çizimleri vardı. Parada gözle görülemeyecek küçüklükte yazılmış kitaptan alıntılar yer almaktaydı.
MÜZESİ DE KÖYÜ DE VAR
Dünyanın farklı köşelerinde “Küçük Prens” müzeleri var. Japonya’nın Hakone şehrindeki müzede kitaptaki çizimlerin heykelleri bulunuyor. Güney Kore’nin Gyeonggi-do kentindeki “Küçük Prens” temalı köyün ise yüz binlerce ziyaretçisi var.
Dövmeleri çok popüler
Son yıllarda Küçük Prens’in dövmeleri gençler arasında çok revaçta. Saint-Exupery’nin kitap için yaptığı illüstrasyonların dışında kitaptan alıntılar da dövme olarak rağbet görüyor.
“Küçük Prens” dükkanı
Kitabın ilk baskısından birasına kadar “Küçük Prens” tutkunlarını sevindirecek pek çok hediyeseçeneği var...
* Baobab tohumları: Küçük Prens her sabah gezegeninde baobab fidelerini temizler. Siz de bu uğraş verici işle meşgul olmak isterseniz gezegeninize ekmek üzere laboutiquedupetitprince.com’dan dört avroya baobab tohumları alabilirsiniz.
* Küçük Prens kostümü: Özel bir günde Küçük Prens kostümü giymek isterseniz Celisco.biz’den kostümü
65 dolara alabilirsiniz.
* “Küçük Prens”in şerefine: Amerika’daki Jester King Brewery, “Küçük Prens” birası hazırladı. Organik pilsner olan bira yüzde
2.9 alkol içeriyor.
* İmzalı ilk baskı: Eğer hediye için paraya kıymak istiyorsanız  yazarı tarafından imzalanmış ilk baskısı ebay.com’da mevcut. Fiyatı 22 bin 500 dolar.
250 DİLE?ÇEVRİLDİ
Kitap dünya üzerinde 250’den fazla dile çevrildi. Bu dillere Kongo dili olan Alur, Sardunyaca, Kuzey Arjantin’de 20 bin kişinin konuştuğu Toba dilleri de dahil. Diller içinde farklı edisyonlar da mevcut. Korece’de 47, Çince’de 50’den fazla farklı çeviri var.
11 film, üç opera, dokuz tiyatro...
Sinemada 11 filmi çekilen kitabın dokuz tiyatro oyunu oynandı. Bunun dışında “Küçük Prens”in üç operası,
iki radyo oyunu ve kitap için yazılmış
10 şarkı bulunmakta.

Adı bir astroide verildi
1975’te keşfedilen bir asteroite 2578 Saint-Exupery adı verildi. 1993’teki bir asteroite “Küçük Prens”in yaşadığı asteroit olan B-612’den esinlenerek 46612 Besixdouze, 2003’te keşfedilen bir asteroide ise Petit Prince (Küçük Prens) adları verildi. 2002’de Dünya’ya zarar verebilecek asteroitlerin izlendiği vakıf ise “B-612 Vakfı” adıyla kuruldu.

Karısından ilham aldı
Araştırmacılar Saint-Exupery’nin karısı Consuelo de Saint-Exupery’nin “Küçük Prens”e ilham verdiğini söyler. Consuelo da “Küçük Prens”in gezegeni gibi volkanlarla dolu olan El Salvador’da yaşamaktadır. Küçük Prens’in asteroitindeki gülü sürekli korumaya çalışması ve gülün bitmeyen istekleri, yazarın karısıyla arasındaki ilişkiyi anlattığı söylenir.

Yazarı ortadan kayboldu
1944 yılında Güney Fransa’da Alman askerlerinin hareketlerini uçağıyla izleme görevi alan Saint-Exupery bu görev esnasında ortadan kayboldu. Yıllarca kendisinin nerede olduğu konusunda en ufak bir ipucu bulunmazken 1998 yılında bir balıkçı, yazarın künyesiniMarsilya’da buldu. 2000 yılında ise uçağının bazı parçaları ortaya çıktı.

Aynadan okunabileni de T9 formatı da basıldı
“Küçük Prens” aynı zamanda dünya çapında çok popüler bir koleksiyon teması. Türkiye’deki en önemli koleksiyonerler arasında Yıldıray Lise ve Mehmet Sobacı bulunmakta. Ankara’da Tayfa Kitap Kafe’de 8 hafta süren “Dünyanın Küçük Prens Kitapları” sergisinde çok ilginç formatlarda “Küçük Prens” kitapları sergilendi. Aralarında 2x2.3 santimetre boyutunda minik bir kitap, aynadan okunabilen bir kitap, cep telefonlarındaki T9 formatında İspanyolca kitap da var.

Her yıl 1 milyon satıyor
Kitabın dünya üzerinde 140 milyondan fazla satıldığı tahmin ediliyor. Kitap, İncil, Kuran, Komünist Manifesto, “İki Şehrin Hikayesi” ve “Yüzüklerin Efendisi”nden sonra en
çok satılan kitap oldu. Her yıl 1 milyon “Küçük Prens” satıldığı tahmin ediliyor.

10 Mayıs 2013 Cuma

Bir Diyetisyen Macerası...

Törensel kişiliğime uygun olarak, 10 Kasım 2012'de başladığım diyetisyen maceramı 10 Mayıs 2013 itibariyle 6. ayında yazmaya karar verdim... Sonuna kadar okumaya üşenenler için, sonda yazacağımı başta yazayım, ilk ayda 4 kilo, sonrasında da 3, 2, duraklama evresi vs. derken toplamda 9,5 kilo verdim. (Burada "kilo" dediğim bildiğimiz "yağ". Tanita marka aletle devamlı, gr gr ölçüldüm, su veya kas değil yağ verdim.) Bunun hakkı çok daha fazlasıydı ama ben arada kutlama günlerimde kaytardım. Kaytardığımda verdiğim gramlarımı geri aldığımı da öğrendim. Her hafta gittiğinde insan daha iyi kilo veriyor, ben 15 gun ve 3 haftalık sürelere programı kaydırdığımda çok az kilo verebildim. Son 3 ay bu nedenle uzadı kilo verme sürem, bir de zaten son kilolar ısrarla zor gidermiş. Fakat bunlara takılmıyorum. Çünkü bu süreçte öğrendiklerim altın değerinde.

Diyetisyenim; Nil Şahin Gürhan. İşini iyi biliyor ve hayatıma "zayıflamaktan" çok daha fazlasını kattı. Bu sürede ben yüzüne bakmadığım meyve, salata ve yoğurdun her gün için vazgeçilmezim olduğunu öğrendim. Umarsızca atıştırdığım cipslerin, kızartmaların, ıslak hamburgerlerin, alkollü içkilerin, kızarmış tavuğun özenle seçtiğim derilerinin ve mide "sefahatımın" yanlış alışkanlıklar zinciri olduğunu öğrendim.

Nil'i nasıl buldum: Ben bunca yıl insanların diyeti ve diyetisyeniyle hiç ilgilenmemiştim. Ben diyeti şöyle biliyordum: yoğurdun içine doğranmış salatalık ve tahta gibi karkerler! Böyle yaşayamazdım. Dünyanın en itici fikriydi diyetisyen fikri benim için.

Taaki burnumun dibindeki birisi ip gibi incelinceye kadar! 30 yıllık arkadaşımın kızı, benim de manevi kızım Ed, şimdi 16 yaşında. Kendi isteğiyle geçen yaz devam etti Nil'e ve 10 kg.den fazla vererek sülün gibi bir genç kız oldu. Bu sahne gözlerimin önünde ve birkaç ayda gerçekleşirken, yine aslında sürece ilgisizdim ama sonuca hiç de ilgisiz kalamadım!

Kasım ayında benim 68 kiloluk ve 1.59 cm boyumla varlığım, belimde bir şambriyel varmış görüntüsündeydi. En sevdiğim tişortlerimi giydiğimde belimde gizli bir iç lastik varmış gibiydi. Dostlarım da Sanço başta olmak üzere beni uyarıyordu; "N'olacak bu kiloların?.. Bakınız üstteki resim. Sodaki kare ilk halim. Sağdaki kare diyetimin 4. ayında çekilmişti.

Kasım ayında birgün, ani görünümlü fakat aslında zamanla olgunlaşmış bir karar verdim, ben de başlayacaktım Nil'e. Motivasyon çok önemli, ilk adım bu. İkinci adım belirli bir bütçeyi ayırmak, ki ben sadece 2 ay gider kaçarım diye düşünmüştüm, 6 ayı buldum. Ve 6 ay boyunca her gün 6 öğünde neler yediğimi tek tek dürüstçe yazdım. Üçüncü adım; günde 6 öğünü yerken dış mihrakların saldırılarında ve sosyal hayatın gerektirdiği davetlerde de yiyecek eşdeğerleri listesine uygun yemek.

Nil'in verdiği listelerde onun yerine bunu, şunun yerine bunu yiyebileceğim yazıyordu. Bu işimi çok kolaylaştırdı. İlk gün hiçbirşey anlamadığım bu listeler (5+3 A4 kağıt) şimdi ezberimde:)) Benim Julia için bile (başka bir diyetisyene başladı fakat Nil gibi özenli değil, benim elimdeki belgeler gibi yiyecek eşdeğerleri listesi vermemis, yediğini yazmasını istememiş) karmaşık bir gününü programladım. Bruncha gideceği gün, öğlen yemeği ile birlestirerek, diyetisyeninin verdiği programı kahvaltıya öyle bir uyarladım ki kendimi tebrik ettim:) Nasılsa bazal metabolik hızımız ikimizin de aynıydı. İste bu bilgilerim şimdi benim için paha biçilmez!

Bir daha aynı hatalara düşmemek için Sanço'nun devamlı kilo alıp veren bir arkadaşına sordum; "Sen devamlı diyetisyenlere gidersin sonra birakınca kilolarını geri alırsın, bu nasıl oluyor? Söyle de yaptığını yapmayayam" dedim. O'ndan da anlayacağımı anladım. Yemek tarzım böyle devam etmeliydi! Hayat tarzım olmalıydı! O'nun gibi "Suböreği yiyorum aa ne güzel kilo almıyorum, devamlı yiyebilir o zaman" mantığında olmamalıydım.

Tarzım değişti ya; sonra evde yoğurdumu da kendim yapmaya başladım. Günlük içmem gereken 1,5 - 2 lt.lik suyu kolay içmek ve çekici kılmak için sürahinin içine taze naneler ve minik bir limon kabuğu attım. Lıkır lıkır içiyorum ve artık Cola Zero'ya yüz vermiyorum. Zaten garip bir şekilde hafızamı siliyordu Zero. Bunu ayrıca yazmalıyım.

Bu maceranın içinde sabahları 1 saatlik yürüyüşlerim de var tabii, fakat Nil'e sorarsan toplu taşıtlara bindigim, indiğim, öylesine gezindiğim günlerde vücut spor stresi üretmediği için, cardiyoya göre daha sağlıklı kilo veriliyormuş. Yine de günde 30 dakikalık tempolu yürüyüş olmadan olmaz. E bisikletimle de büyük aşk yaşıyoruz zaten:)

İşte bu kadar. Nil Şahin Gürhan'a rahatlıkla gidebilirsiniz ve devamlı yiyerek kilo verebilirsiniz. İşin mantığını -niyetiniz varsa- öğrenebilirsiniz.

Son 15 günümde günde 7 dilim ekmeğim vardı; sıska Sanço'nun sözüyle bitireyim; "Yahu ne kadar çok yiyorsun bu diyette sen, diyet yapmayan ben bu kadar yemek yemiyorum!" :))







27 Mart 2013 Çarşamba

Yağmurda ve soğukta futbol motivasyonu

Bugüne kadar yağmurdan hiç korkmadım, sağanak yağmurda bisiklete de bindim, motorsikletimi de kullandım... Yürüyüş de yaptım... Piknik de... Topun zıplayabileceği sporları da yaptım. Ne zaman ki bir tenis topunun yağmurda şiştiğini ve zıplayamadığını gördüm ancak o zaman yağmura yenildiğimi kabul ettim. Ne bileyim işte hayatımın doğal akışını yağmur hiç engellemedi! "Amanın yağmur var planımızı erteleyelim!" dediğimi vallahi hiç anımsamıyorum.

Taa ki geçen cumaya kadar!.. Sanço ve emekli ama iddialı kız futbol takımı ile Bostancı halı sahasında maç randevumuz vardı. Ben yine fasulyeden oyuncuydum, onlar kadar iyi olmadığım için "spor olsun" diye oynuyordum zaten. Yağmur vardı, üstelik soğuk da vardı ve bu sefer gece maçıydı. Sanço ile buluştuğumuzda mırın kırın ettim. Sağlığımı korumak istediğimi ve yağmurla soğuk birleştiğinde hasta olacağımızı ileri sürdüm. Kesin hasta olurdum bu soğuk yağmurda oynarsam! O da tabii takımların eşit sayıda olduğunu ve oynamamazlık etmemem gerektiğini oyunbozanlık olacağını söyledi.

Sırtımda malzeme çantamla Sanço'nun peşinden seyirtirken 'Nasılsa iptal edilir, hangi kız oynar ki bu berbat soğukta, keyifle sinemaya gidilebilecek bir cuma akşamında...' diye sinsince düşünüyordum.

Ama hiçbirşey iptal edilmemişti! Kızlar gelmiş, sahaya çıkmış ısınıyorlardı ve yağmur gittikçe daha fazla yağıyordu!

Tam da bugünler için aldığım Fenerbarçe yağmurluğumla sahaya çıktım ısınmaya... O andan sonrasını hiç anımsamıyorum:)

1 saat boyunca nasıl olduysa hiç üşümedim, hiç ıslanmadım, hiç de yorulmadım... Boynumdaki ince boyunluğumu arada kafamda biriken yağmur sularını almak için havlu olarak kullanıyordum ama ben sanki hiç ıslanmıyordum! Sular üzerimde birikmişti ama bana sorarsan üzerimde görünmez bir zırh vardı. Yağmurluğuma rağmen kollarımın içine su sızıyordu ama üşümüyordum. Sanki yağmur hiç yağmıyordu. Koşuyor koşuyor koşuyordum... Bir ara eskilerden en güçlü ve kondisyonlu olanın yanımdan geçerken kalbini tutup "Ay! kesildim ben!" dediğini duydum. Kendimi yokladım; 'kesilmiş miydim ben de?' Yok hayır üstelik bu tuhaf ortamda oynamama rağmen bir de üstüne her zamanki yorgunluğumdan eser de yoktu:)

O bir saatten tek anımsadığım; kalecinin degajının tavandaki koruyucu fileye çarpışıyla ağır çekimle gördüğüm, şapır şapır etrafa saçılan yağmur damlalarının saha spotlarının aydınlığında pırlanta taneleri gibi etrafa saçılışı... O anda farkettim ki yağmur hala yağmaya devam ediyordu ve hava daha da beter olmuştu. Bir an durdum sahada yağmuru izledim. Nasıl bir motivasyonla oynadıysak hepimiz için en güzel oyunumuzu oynadığımız gün olmuştu. Sanço da benimle aynı fikirdeydi ve oyunumu da begenmişti.

Bundan sonra yağmurla dostluğuma soğuk da eklendi. Vücud hareket ettiği ve eğlendiği sürece dışarda taş da yağsa insan hissetmiyormuş bunu öğrendim. Fakat bunu insan annesine nasıl anlatabilir, nasıl inandırabilir ki! Ancak annemin de yağmurda + soğukta + gece maçında sahaya çıkması lazım ki dünyadaki en olanaksız şey:))



3 Mart 2013 Pazar

Neden Küçük Prens okumalı...

Küçük Prens'i insan sadece bir kez değil, her zaman okumalı. "Eee nereye kadar aynı kitap okunur?" derseniz yanıtım hazır: Taa ki gündelik hayatta karşılaştığı olaylarda, birden kafasında bir şimşek çakıp da kendini Küçük Prens'ten satırlar söylerken buluncaya kadar!

Evet zaman sınırlaması bu, işaret de bu bence... Teorime güçlü desteğim de hazır; "insan bir kitabı birkaç kez okumayacaksa o kitabı hiç okumasa da olur" Oscar Wilde

İnsan kalbi ile görebilme yeteneği olduğu kadar Küçük Prens'i evire çevire okumalı derim. Böyle bir yeteneği yoksa zaten hiç okumasa da olur boşa zaman kaybı. Bazı insanların gönül gözlerinin mühürlü yaratıldığını kutsal kitaplardan da biliyoruz, onlara ne söylesen boş.

Ben Küçük Prens'i ilk kez okuduğumda yetişkindim. Ama gerçek bir yetişkin değildim, üniversiteyi yeni bitirmiş birisi gerçekte yetişkin değildir çünkü. Sonrasında da defalarca okudum, anlarmış gibi orijinal dilde yazımını, fransızcasını bile getirttim rafıma koydum... Omuzuma dövmesini yaptırttım...

Minik biblolarını hediye getirdiler bana, özel basılmış kartlarını... Hatta 50 Frank'ı iki cam arasında çerçeveleyerek hediye de etti bana en yakın arkadaşım... Sırf üzerinde Küçük Prens ve yazarı Saint Exupery var diye... Başka bir arkadaşım Amerika'dan Küçük Prens'in kolonyasını yolladı... Özel bir günlük defterini... Paris'ten kol saatini getirttim zamanında (Hemen bozuldu ama olsun:)... Saatimin kutusu Küçük Prens'in koyununu koyduğu 3 delikli kutu şeklinde hem de, bayılmıştım...

Bu gözle görülenlerin sevimlilikleri bir yana, esas mesele gözle görünmeyenler ve "insan doğruyu gözleriyle göremez, ancak yüreğiyle görebilir" derinliği.

Bu öyle bir duygu ki, tanımlamak ve bir başkasına anlatarak aktarmak imkansız. Ya hissedersin ya etmezsin bunu. Hissediyorsan şanslısındır, olaylara o gözle bakabiliyorsundur. Belirli bir seviyeden aşağı düşmezsin o zaman... Dostuna da düşmanına da, kardeşin olduğu halde seni düşmanı zannedene de aynı mesafeden bakabilirsin. Affetmeyeceksindir, unutmayacaksındır belki ama içindeki sevgi ölmez. Yüreğinle görüyorsan eğer, seni düşmanın zanneden ve sana düşmanının yapmayacağı şeyleri yapan, söyleyen kardeşini bile sevmeye devam edersin. Gerçekleri olduğu gibi algılarsın, sahici düşmanın kim olduğunu berrak şekilde seçersin. İntikamla uğraşmazsın bizzat ama zaten evren senin intikamını alır bilirsin. Yüreğinle görüyorsan eğer herşeyi bilirsin.

Küçük Prens'i anlamak budur, ama salt bu değildir. Çok geniş bir yelpazede değerlendirmek ve gündelik hayatta her an kitaptan bir satırın karşına çıktığını görmek demektir. Kimi zaman bir çağrışımla gezegenlere bakarsın, kimi zaman senden uzak bir sevdiğin varsa sana O'nu anımsatan şeylerle kendi kendine gülümsersin: "Yıldızlardan birinde ben yaşıyor olacağım. Ben gülüyor olacağım bir tanesinde. Ve gece gökyüzüne baktığında bütün yıldızlar gülüyor gibi olacak... Yalnızca senin gülen yıldızların olacak... Yıldızlara bakıp gülümsediginde dostların seni deli sanacak..."

Bu kitabı hissetmişler bir kenara, diğer insanlar bir kenara. Bu kadar ciddi bir mesele bu Küçük Prens'i anlamak meselesi. Bir koyunun, bir gezegende bir gülü yiyip yemediğini düşünmek gerçekten ciddi bir mesele. Siz de bir Küçük Prens tanıdıysanız ve büyüttüyseniz eğer... :) Aranızdaki görünmez bağların gücüne de inanırsınız.







21 Ocak 2013 Pazartesi

"Sürpriz Mira" 1 yaşına geldi bile!

23 Mart'ta yazdığım heyecanımız bebek Mira, 1. yaşını dolduruyor:)

Bizim Angelina heyecandan uyuyamadığını dün bana What's Up'tan yazmış. Kendisi de benim gibi yaşgünü kutlamayı seven birisiyken şimdi kendi bebeğinin birinci yaşını kutlamak için adeta seferberlik ilan etti.

3 metrelik duvar posterinden başlayarak birçok grafik tasarım hazırladık bastırttık, "Deyvit" sağolsun. Çok yardımcı oldu, çok güzel indirimler yaptı.

Mira hiçbirşeyin farkında değil. Ama annesi Angelina öğretmiş; "İyi ki doğduuunn Miiraa!" diye bağırılınca ellerini çırpıp dansetmeye başlıyor, çok hoş. Herkes havaya girdi. Haa bu arada yürüyor da artık.

44 kişilik bir kalabalık, çocuk parti evinde toplanacağız. Tasarımda toz pembelere özen gösterdik, üzerinde çalışırken o kadar etkilenmişim ki gidip kendime bir toz pembe gömlek aldım. Angelina da bu renge uyacak, Brad ve Sanço da. "Böylece kalabalıkta birbirimizi kolay buluruz hem de" dedim. Aslında gizlice parti sahibi olmanin verdiği gururu üzerinde taşımaktan başka birşey değildi:))

Bu arada Angelina, herşeyi bildiğinden bu dönemde benim yeğenim olmaya talip oldu, bu sembolik ve nazik teklifini kabul ettim. Dolayısıyla Sanço'nun yeğeni benim de yeğenim olduğundan Mira da torunum oldu:)


Sadece birkaç adet davetiyeyi bastık, diğerleri maille gitti. Oturup pembe zarflari kendim kestim, yaptım üşenmeden.

Şimdi geri sayım başladı, keşke 2 saat değil de daha uzun sürse diyoruz. Ama parti evinde vakit belli, sınırlar belli. İçki de yok tabii çocuk evinde.

Bizim heyecanımızı paylaşan herkes eğlenmeyi hakediyor bu partide. "Bu kadar uğraşmaya ne gerek var"cılar varsa da onları yaşadığım sürece anlayamayacağım.