31 Ekim 2009 Cumartesi

Kuduz Aşılarım...

Kuduz aşılarım sırasında alkol alamıyorum hiçbir şekilde. Sosyal içiciliğim zarar gördü, sekteye uğradı:( Sanço ilk aşımdan çıktığımızda şaka olarak söyledi ama bence gerçeğe çok yakındı; "Kuduz olsaydın daha iyiydi!:)"

Sırada üçüncü aşım var pazartesi günü. Galiba kasım sonunda beşincisi bitecek. Offfff. Yine de köpeklere bi gıcığım yok, imkanları olsa bisiklete binen yetişkinleri sevmeyen insanlar da beni ısırabilir, köpeklere neden kızayım...

28 Ekim 2009 Çarşamba

29 Ekim Cumhuriyet Bayramım:))














Bu ülkeyi, bu Cumhuriyet'i, bu orduyu seviyorum... Yüzüme hapşıran, sırada önüme geçmeye çalışan, elindeki değerlerin kıymetini unutmuş, unutturulmuş, trafikte kurallara aldırmaz katil olan bu cahil halkı da sadece yaradandan ötürü seviyorum. Bir an önce kör cahillikten kurtulmaları ve bağımsız bir ülkede yaşamanın değerini önemsemeleri için dua ediyorum.

Geçmiş senelerde Bağdat Caddesi Fener Alayı kutlamarına katıldım... Kimi zaman yaya, kimi zaman artçım Sanço ile motorsiklet konvoyunda yer alarak bayram coşkusunu yaşadım. Geçen sene Üskudar'dan havai fişek gösterisi izledim... Evde sabahsa Ankara'daki protokol törenlerini bile izledim, stadyum törenlerinde kusursuz Türk Ordusu'nu gururla, gözlerim yaşararak, 'Tanrı sizi korusun' dualarımla izledim... (Bu duyarlılığımı arkadaşlarımın çoğunda bulamadığım için kendimden şüphe ettiğim de oluyor kimi zaman. Sonra bakıyorum sokaklarda kendim gibiler dolu, rahatlıyorum. Atatürk aşığı oluşum bir yana, zaten bana emanet edilmiş bir Cumhuriyet varken, hiçbir dış oyuna, telkine, globalizm özentisine kanmadan sadece Ata'mın dahice sözlerini takip ederek izinden gitmek varken kafam karışmıyor. O herşeyi çok önceden biliyordu çünkü.)

Neyse uzatmayalım, bir eksiğim Vatan Caddesi kutlamalarıydı, her yıl TV'de görür ister ama hiçbir zaman vaktinde orada olamazdım, oraları zaten hiç bilmem. Bu sene bu makus kaderimi kırarak Valilik'ten tam olarak yeri ve saati öğrenmeyi başaran Sanço oldu yine. Kafasının etini o kadar yedim ki bu konuda işi ele aldı.

Yarın saat 10.30 da orada olacağım. Tüm kalbimle askerlerimi alkışlayacağım ve bu vatanı kimseye yedirtmeyeceğimi kendime bir kez daha telkin edeceğim:)






27 Ekim 2009 Salı

Bi kuduzum eksikti o da oldu!..

Yıllardır bisikletime saldıran bu sahil köpeklerini ciddiye almazdım hiç. Dün akşamüzeri saat 17.40 itibarıyla ciddiye alıyorum!..

Havada uğursuz denilebilecek bir elektrik bir lodos durumu vardı. Esrarengiz huzurlu hoş bi hava... Bisikletimle dolaşmak istedim sahile indim... Yağmur yağacak gibiydi tereddüt ettim bir süre ama kaderim beni çekti. Bisiklet kaskımı da takmak gibi sıradışı bir davranışla evden çıktım. Önce Dalyan tarafına gittim, birkaç köpek pis pis havlıyordu, ama kendi aralarında havlaştıkları için onların sosyal çemberlerinin dışındaydım ve tabii bu durumu üzerime alınmadım. Evcil köpeğini gezdirenler için bu durum sakattı çünkü onların köpeklerine sahipsiz köpekler havlıyordu. Etraflarından dolaştım gittim.

Sonra geri döndüm yol bitince, hayatımda en sevdiğim şeyin bu havada bisiklete binmek olduğunu aklımdan geçirdim gerçekten. Bu defa Caddebostan'ı geçtim Bostancı'ya devam ediyordum. Giant kendi kendine uçuyordu adeta... Bir çeviriyor bin gidiyordum. Suadiye'de küçük marinanın orada iki orta boy köpek bana iki yandan yaklaştılar havlayarak. Önemsemedim, havlayan köpek ısırmaz boşa havlar diye düşündüm! Bu durumda köpeğin kafasına bi tekme atıp kendinizden uzaklaştırın diyen bisiklet uzmanlarının yazılarını hatırladım bir an. Ama ben mümkün değil bir hayvanın kafasına ayağımla vuramazdım! Hoşt bile diyemeden sağımda ve solumda koşturan iki köpekten solumdaki bacağımı kapmıştı bile! Isırdı beni! Üzerimde uzun paça eşofman vardı, üzerinden ısırdı. Sıyırdım baktım ki bir kanamış diş deliği ve 15 er cm kadar uzunlukta, iki üst üste derin sıyrık çizgi...

Eczaneye gittim temizlettim. Sonra gittim Haydarpaşa Numune Hastanesi'nin Acil Servisi'ne. Beş dozdan ilki olarak kuduz aşımı, bir defaya mahsus olarak da tedbiren tetanoz aşımı yaptılar. Öğrendim ki 72 saat geçmeden bu aşı olunmalıymış ve ilk anda da sabun ve su ile iyice temizlenmeliymiş.

Bir aşı defterim var şimdi 4 kez daha gideceğim! Bir daha da köpek gördüm mü açıktan dolaşacağım. Bu arada hastanelerde tuhaf mikroplar kaparak ölme korkum hala cepte. Dün Sanço aradan sızıp asistan doktora aşının tarihi ile ilgili ne sorduysa adam kalkıp aşı odasına geldi ve bana aşının kutusunda son kullanma tarihini gösterdi:) Yine de bana bişey olursa bu bloğu, başım ablog işini saran (Bakınız ilk yazım) Küçük Hande devam ettirsin vasiyetimdir:)


26 Ekim 2009 Pazartesi

Bir mesai arkadaşlığı tanımı: Elma+J

Deneme yapiyorum ismail ELMA+J pacami topluyor yine... Bu cümledeki ismail yüce insan:) benim elektronik hayatta ve mesleğimin ardındaki görünmeyen platformlarda heykeli dikilecek arkadaşımdır.

Beraber çalıştığımız dönemde, bilgisayarımın programlarının ötesinde berisinde birşeye takılıp demoralize olduğum her anda mızıldanmama iyimserlik içinde tepki verirdi. Kimi zaman tekerlekli sandalyesini yanıma sürükler (o özürlü diil yanlış anlaşılmasın, sadece rahat koltuğuna yapışmış bir tasarımcı) ve rahat gülümsemesiyle 'Ay aman en basit şey bu' gibilerinden pıt pıt işimi halleder, kimi zaman da yerinden kıpırdamadan "Elma ve J'ye basmamı tarif etmek için "elma jjjjee" diye seslenirdi. Çünkü ben hiçbir zaman üç beş kısa yol dışında kestirme kullanmadım. Tasarımcıların operatörlere göre daha çok vakti oluyor diye midir neden üşenmeden menüleri kullanmayı sevdim hep. Düşünmek için bu sakinlik bana zaman kazandırıyor çünkü. Ama İsmail başta olmak üzere bu meslekte tanıdığım tasarımcı erkekler daima kısa yol kullanmaya ve çok hızlı olmaya teşnedirler. Anlamadığım bir hız tutkusu:))

Aramızda şifre gibi adımız "elma j" kaldı. Şimdi bizim elma j'nin hayatımdaki önemini burada ne kadar anlatsam yetmez, biraz da benden kaynaklanan bir "bir beyin almazlığı" onu star yapıyorsa da belirgin bir dehasal cinliği sözkonusu... Allaşkına bu bloğa link vermeyi az önce bana MSN üzerinden öğretmese ben bin yıl geçse kendim bunu bulamazdım. Beynimin bir lopu bu işe hiç mi hiç uygun değil belli ki.

Herkesin beyninin birbirinden farklı olması ne kadar önemli bir tasarım ayrıntısı aslında evren için... Böylece birbirimizi tamamlıyoruz işte.


Derbiye derbi demem fark atmayınca...

Dün yine bir Galatasaray derbisi oynadık, yine yendik. Fakat yeterince mutlu muyum; cık!

Dünkü maçta ataklarımızı ve şutlarımızı gole çevirebilseydik 7 fark atabilirdik işte o zaman mutlu olabilirdim. Derbi mutluluğum böyle birşey işte. 2002'nin farkını daha yukarı çıkartamadığımız sürece kimse Galatasaray'ı yenmemizi olağanüstü görmesin, onları yenmek bizim için gayet sıradan bir olay çocukluğumdanberi:))

Futbol takımı olarak Fenerbahçe'ye de bayılmıyorum aslında, iyi oynamazlar, sağları solları belli olmaz filan... Derbilerde devleşirler sadece. Bunda da fark beklerim farkı beceremezler.

Tuhaf bir Fenerbahçelilik ruhu taşıyorum ki bu tarifi zor birşey. Kendimi bildim benim çekirdek ülkem Fenerbahçe Cumhuriyeti oldu hep:) Çocukken bahçelerde top oynarken, büyüdüğümde herkes gibi UEFA'da Galatasaray'ı desteklerken, sevgililerim Galatasaraylı iken... Ben hep Fenerbahçe'liydim. Acısını da mutluluğunu da hissederek... Bu nasıl bir sihirdir bilmiyorum ama ben bu sihirin etkisi altındayım doğduğumdanberi.

Sadece bir dönem küstüğüm oldu kulübüme, berbattılar o yıllarda. Çok acı çektirdiler bana. "Bu takıma küstüm artık bırakıyorum be!" dedim. O zaman da etrafımdaki Galatasaraylılar, masallarda ağaçların arkasına gizlenmiş tilkiler gibi ortaya çıkıp "E madem Fener'e küstün gel GS'li yapalım seni..." dediler. O numaralara da güldüm, kanmadım, "Fener'e küstüm ama takımsız değilim, madem İstanbulluyum, bari İstanbulspor'u, Vefa'yı filan tutayım, bulurum öyle bir takım"dedim...

Sonra neyse ki takım kalbimi tekrar kazanacak kadar iyi oynamaya başladı da affettim. Fener affedilmeyecek bir aşk değil. (Sezen mi?.. Evet Onu hala affedemiyorum, şarkılarını dinlemek istesem bile artık yüreğime dokun-A-mıyor Sezen)

Ben derbiye derbi demem fark atmayınca. Mutluluk sarı lacivert denizinde yüzmekse ve akıp gitmekse, onbinlerle beraber bunu yaşadım dün yine Kadıköy'e. Etrafımda formasını içine gizlemiş, biri Sanço olmak üzere 3 Galatasaraylı ile:)



22 Ekim 2009 Perşembe

EFSANELER GERİ DÖNSÜN...

Bir zamanlar ben daha minnacıkken bu kızlar sahalarda maç yapıyorlardı. Rakipleri yoktu. Bu nedenle erkek takımlarıyla gösteri maçı yapıyorlardı. Yurtiçinde ve yurtdışında amatör ruhla ve o zamanın olanaklarıyla futbol oynuyorlardı, bu oyunu seviyorlardı...

Sonra başka kız takımları da kuruldu. Daima futbol gibi zor bir spor dalını seven kızlar vardı, seviyorlardı.

Ama... Aradan geçen yıllar boyunca hala Avrupa'da resmi kupalara gönderebildiğimiz bir bayan futbol takımımız yok. Var mı? Benim bildiğim yok.

Medya ilgilenmeli. Ama bu durumda efsanelere de sorumluluk düşmeli. Çıkmalılar ortaya ve bugünkü kızlara örnek olmalılar. "Bizim zamanımızda..." diye anlatmalılar.

Çünkü onlar çok değerliler. Bu ülke o yıllarda çağdaşlıkta çığır açan bu kızları izliyordu. Sadece İstanbul'da değil, Anadolu'da ve yurtdışanda da hayranları vardı. Efsaneler günışığına çıkmalı çünkü gerçek efsane onlardılar. O zaman kimsenin hayal bile edemeyeceği başarılara sadece varyıklarıyla bile imza attılar. Bugün yaşları 50'lerde bile olsa ben onları gösteri maçlarında hala görmeyi istiyorum.

18 Ekim 2009 Pazar

Doğa ile barışık: Avrasya Maratonu 31. kez.

Bu sene ikinci kez Avrasya Maratonu'na katıldık. Sabah yağmur yağar mı yağmaz mı bilemediğim için her şekilde tedbirimi almıştım. Zaten geçen senekinden beter bir yağmur olamayacağını bildiğimden yağmurla alıp veremediğim bir sorunum yoktu.

Ben sadece fotoğraf makinam ve cep telefonumun ıslanmasından endişe ediyordum. Yürümeye başladığımzda yağmur durmuştu. Güneşli dakikalarda köprüyü geçtik. Koşmadığımız için devamlı resim çekmek eğlenceliydi bu sene.

Sanço, ablası, yeğeni ve benim yeğenim olmak üzere ekibimiz 5 kişiye düşüverdi yağmurun kendisi değil daha ihtimali başladığında! 7 insan bu şekilde mızmızlandı ve yokoldu. Doğaya karışıp eridiler... Küçüldüler, küçüldüler... Xsmall oldular...

Doğa ile barışık binlerce insansa iki senedir yürüyor böyle saatlerce. Şimdi yaptığımızı kim marjinal bulabilir ki binlerce insan yağmurda bebeğini ve çocuğunu almış gelmişken. Yaşlı amcalar ve teyzeler yağmurda böyle hevesle yürürken... Seneye koşacağım sanırım, iki senedir yetti bu kadar yürümek:) Sanço ve Aslanım 1 kodlu yeğenim ne derler? Ya doktorum ne der dizimdeki menisküs için?



17 Ekim 2009 Cumartesi

Bir film: Nefes-Vatan sağolsun

Bu filme vizyona girdiği ilk günden gittik. Bir filme mi gittim yoksa güneydoğuda bir komando birliğinde gerçekten yaşadım ve oraya ışınlandım mı emin değilim. Orada askerlerle beraber üşüdüm, beraber karavana yedim, beraber güldüm, beraber savaştım, beraber vuruldum...

Adeta böyle yaşadım bu filmi dün gece. En son sahnede yere düşen Atatürk büstünü yerden ben kaldırdım sanki, şehit haberini sanki benim evime gelip verdiler. Gerçekten yaşadım onlarla.

Bu kadar güzel bir filmdi. Filmin etkisinde bu denli kalmamın nedeni; gerekirse o şartlarda ve o dağlarda ben de görev yaparım diye düşünmemdi. Kadın olduğum halde:)

Rahatıma ben de düşkünüm, benim de mız mızlıklarım var... Ama hep derim ya, benim vatan uğruna kırmızı çizgilerim var:)

16 Ekim 2009 Cuma

Yeniden Avrasya Halk Koşusu

Geçen senenin ilk kez katılım heyecanı ile tam 3 saat (Aslında 3.5 saat ama katılmasını istediğim arkadaşlara moral olsun diye yalan attım) yürüdüğümüz yollarda ilk 1 saat içinde çamaşırlarımıza kadar ıslanmıştık:)

İlk kez katıldığımız için sanıyordum ki illa ki spor ayakkabım ve eşofmanım olmalı. Sonra gelişen dakikalarda gördüm ki sırtında çantası, ayağında cat botları ile, bebek arabasında bebekleri ile, termoslarında çayları ile, elde bayraklar millet keyifle yürüyor. Koşan yok:)

Bu sene o nedenle yağmurdan korkmuyorum. Geçen senekinden beter olması cidden mümkün değil. Bu sene cep telefonumun ıslanmaması için gereken tedbirleri alıp ayağıma da Lafuma goratex yürüyüş ayakkabılarımı çektikten sonra derdim yok. Köprüyü geçip Beşiktaş'a girerken Starbuck's'a uğrayıp yine kahvemizi içeriz. Oradan da İnönü Stadı'na yürüyüp madalyamızı, sertifikamızı ve bana 3 beden büyük tişörtlerimizi alırız.

Katılacak olanlara yine ısrarla söylüyoruz ki; çengelli iğne ile tutturduğunuz göğsünüzdeki forma nolarını asla atmayın, kaybetmeyin. Numarayı teslim etmeden size madalyanızı vermiyorlar. Geçen sene birçok insanın eli boş kaldı bu nedenle.

Bir teori: Asma köprülerde binlerce insanın adımından çıkan titreşim, köprünün rezonanstan yıkılmasına neden olur diyenler var. Ama doğrusu şu: Bir tabur asker köprü üzerinde uygun adım yürürse köprünün iç frekansı bozulacağından köprüyü yıkabilirsiniz. Uygun adımda yürümüyoruz biz allahtan. Onuncu yıl marşıyla gaza gelsek bile:)

15 Ekim 2009 Perşembe

Misafir bulduğunu yer...

Ama bu kadarı da pek ilginçti. Sen kalk 25 km öteye sabah kahvesine git, tam cezvede köpük kabarırken 2 resmi polis kapıya gelip fanustaki dostumun karakola gelmesini istesin!.. Genç ve güzel çocuklardı, düzgünlerdi. İkna ettim dostumu gittik onlarla... Malum vesayet davası için fanustaki dostumun "Aklı başında mı?" kontrolüne götürülmesi gerekiyordu. Zaten biliyordum ama kahveme denk gelmesi ilginçti. Tanrı yine olağanüstü şekilde beni oraya postalamıştı işte uygun zamanda. Bazen dostlarımızla ilişkimizin kritik zamanlamalarını bizim dışımızda bişey yönetiyor.

Yıllar öncesinde birgün... Vosvosumun tamiri sırasında yandaki dükkana geçmiştim. O egzoz tamircisinde iki motorcunun konuşmasına tesadüfen kulak verdiğimde ise, bir dostumun bir zamanlar ne çok aşık olduğu genç adamın motor kazasında can verdiğini öğrenmiştim! Normalde bu olayı duymak imkanımız yokken ertesi gün cenazedeydik!

Bunun gibi şeyler oluyor hayatta. Dünkü sabah kahvem de böyle bir ilahi zamanlamaydı. Orada olmam olayın arızasını giderdi. Yumuşattı.

Sonra mı?:).. Polis merkezinden çıkıp çay bahçesine geçip keyfimize baktık. Rapor için kendisi gideceği zamanı belirledi iki gün sonrasına. Yine beraber gideceğiz tabii. Guardian Angel.

12 Ekim 2009 Pazartesi

Ciğer Günleri ve 4 Arkadaş.

Yine arnavut ciğeri gecesi yaptık. Annem tutturdu daha ciğeri iyidir onu alın diye ama günyüzlü erkedeş kuzu almış eh o da güzeldi. Soğan olduktan sonra diğer tatları alamıyorum zaten:)

Sanço ile tam da küsmüşken ani gelişiyle beni sevindirdi. Dördümüz yine tamamlanınca zamanın ne kadar hızlı aktığını hissettim. Kolay değil 4 yıl önce hiçbiri hayatımda yoktu. Bu arkadaşlıklar zincirini hayatıma sokan şartlar o zaman çok sevimsizdi. Fakat bir zamanın kötüsü bugünün doğrusu oldu. Bir zamanlar ateş yokedemediğini bugün sertleştirdi. Üstelik o zaman kaybettiklerimi de zamanla yanıma katarak fazlasıyla zincir uzadı uzadı uzadı... :)